Deyimler sözlüğümüzün bu sayfasında M harfi ile başlayan deyimler ve anlamları, kısa-uzun örnekleriyle birlikte alfabetik sıraya göre dizilip listelenmiştir. Sayfamızda m harfiyle başlayan 67 tane deyim ve anlamı ile örnek cümleler bulunmaktadır. Tüm deyimlere aşağıdaki listeden harf seçerek ulaşabilirsiniz.
M Harfiyle Başlayan Deyimler ve Anlamları
Maaşa geçmek: Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak. “Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar.”
Madalyanın ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü.
Madara olmak: Kötü duruma düşmek; yalanı, yanlışı ortaya çıkmak.
Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek. “Ona kolay kolay kimse madik atamaz.”
Mahalleyi ayağa kaldırmak: Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telaşlandırmak. “Bağırıp durma öyle, mahalleyi ayağa kaldıracaksın.”
Mahkemelik olmak: Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek. “Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba.”
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.
Mahşer gibi: Çok kalabalık. “Meydan mahşer gibiydi.”
Makaraları koyvermek: Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun gülmek. “Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları koy verdi.”
Makas almak: Birinin yanağını orta parmakla işaret parmağı arasında sıkmak.
Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mal etmek: 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak. “O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım.”
Malın gözü: 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi mal.
Mana çıkarmak: Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak. “Öyle alıngandı ki her sözümden bir mana çıkarıyordu.”
Mana vermek: Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak. “Senin bu davranışına bir mana veremiyorum.”
Maneviyatı bozulmak: Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek. “Düşmanlar, toplumumuzun önce maneviyatını bozdular.”
Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya çıkmak. “Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler.”
Maraza çıkarmak: Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol açmak.
Martaval atmak: İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek. “Amma da martaval atıyordu adam.”
Mart içeri pire dışarı: Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır.
Masal okumak: İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler söylemek. “Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat.”
Maskara olmak: Gülünç hallere düşmek, alay konusu olmak. “Kim düşmanının maskarası olmak ister?”
Maskesi düşmek: Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak. “Nihayet maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak.”
Masrafa girmek: Çok para harcamak. “Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler.”
Masrafı çekmek: Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak. “Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş.”
Maşallahı var: Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. “Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi.”
Maşası olmak: Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak kullanılmak. “İşverense işveren, onun maşası olamam ben!”
Mat etmek: 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma getirmek. “İleri sürdüğü kanıtlar ile karşısındakileri kısa zamanda mat etti.”
Matrak geçmek: Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek. “İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun.”
Maval okumak: Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek. “Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!”
Mayası bozuk: Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık (kişi). “Şu mayası bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum.”
Maymun iştahlı: Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini beğenen. “Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi.”
Mekik dokumak: İki yer arasında durmadan gidip gelmek. “Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli.”
Mendil açmak: Dilenmek.
Merak etmek: 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak. “Merak etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler.”
Merhabası olmak: Birisiyle selamlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı bulunmak.
Merhabayı kesmek: Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek. “Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu.”
Mesele çıkarmak: Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak. “Haydi, bir mesele çıkarmadan çekip gidin buradan.”
Mesken tutmak: Yerleşmek. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun?”
Meteliğe kurşun atmak: Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak. “Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün…”
Metelik vermemek: Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek. “Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?”
Mevki sahibi olmak: Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak. “Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu.”
Meydana çıkmak: 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, olmak. “Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim.”
Meydana gelmek: 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak. “Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar.”
Meydanı boş bulmak: Kendisine mani olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek. “Meydanı boş bulan eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı.”
Meydan okumak: Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek. “Bir an meydan okumayı içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti.”
Meydan vermemek: Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkan ve zaman vermemek, engel olmak. “Onların kavga etmesine sakın meydan vermeyin çocuklar.”
Mezhebi geniş: Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş davranan.
Mırın kırın etmek: Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak. “Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı.”
Mızıkçılık etmek: Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmamak.
Mide bulandırmak: 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. Kuşkulandırmak.
Midesi bulanmak: 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. Kuşkulanmak. “Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!”
Mideye oturmak: Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu vermesi.
Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. “Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim.”
Minnet etmek: Boyun eğmek, yalvarmak. “Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?”
Moda olmak: Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak. “Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu.”
Modası geçmek: Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek. “Bu elbisenin modası geçti artık.”
Mola vermek: Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek. “Yarım saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz.”
Muhallebi çocuğu: Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse. “Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben.”
Mukabelede bulunmak: Karşılık vermek.
Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak. “O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız.”
Mum (gibi) olmak: 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak. “Askerde onun da mum gibi olacağına eminim.”
Muradına ermek: Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak. “İnşallah muradına erersin kızım.”
Mümkün mertebe: Olabildiğince, yapabildiği kadar. “Zararınızı mümkün mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen.”
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.
Mürekkebi kurumadan bozmak: Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra bozmak.
Mürekkep yalamak: Öğrenim görmek, okumuş yazmış olmak.
Mürüvvetini görmek (anne, baba için): 1. Özellikle evladının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. “Acaba çocuklarımın mürüvvetini görecek miyim?”